Sunday, April 22, 2007

GÜNÜN RÖPORTAJI!... “MAGAZİN MAHKEMESİ”NDE ÜNLÜLERİN AVUKATLIĞINI YAPAN DENİZ AKKAYA, ÖZEL HAYATIYLA İLGİLİ ÇARPICI AÇIKLAMALAR YAPTI!...



İşte Deniz Akkaya’nın Sabah’ın Cumartesi ekine verdiği röportaj...



Deniz Hanım, ben sizin hayatla bağınızı merak ediyorum. Hasar almayı çok önemsemiyor gibisiniz. Kendinize fazla mı güveniyorsunuz?
- Kendime güvenmiyorum. Ama kimilerinin bütün toplum için doğru kıldığı şeylere de güvenmiyorum. Onlar bizden daha mı akıllı diye düşünüyorum. Ben kimseden daha akıllı değilim. O yüzden kimse adına karar da vermem. Otokontrol diye bir şey var. Utanacağım şeyi, kendim için yapmam. Şu da var; bir başkası benim yaptığım şeyden utanabilir, ama o da onun kendi geçmişinden bugünlere taşıdığı değerleri, önyargılarıdır. Ben onun önyargılarına hizmet etmem. Kendiminkilere ederim. Ama ünlü insanlara bir bakın, toplum tarafından yargılanacaklarını düşündükleri için, hiçbiri yaşadıkları hayatı bire bir telaffuz edemiyor.

- Siz ediyor musunuz?
- Benim 30'uma bir kaldı... Değişmem gereken önemli bir yaş dönemecindeyim. Ben kendimi bu yaşlarda yalancılık ve tutuculukla beslersem, yalan bir tip olurum. Benim 40'ımda, 50'mde olmak istediğim şey yalancı, öyle karikatürize bir tip değil. Bazı kişiler yalandan beslendiklerini zannedip, reklam şirketlerine büyük paralar veriyor ve kendine bir imaj çizdiriyor, hayatı boyunca da o imajı oynuyor. Ben gelişiyorum.

- Ne için yaşıyorsunuz Deniz Hanım?
- Mutlu olmak için diyebilirim. Eğlenmek başka. Ben yalnız kalma taraftarı insanlardan biriyim. Benim yalnızlıkla ilgili sorunum yok.

- Yalnızlıktan korkmuyor, yani yalnız kalmayayım paniğiyle saçma bir ilişkiden bir başka saçma ilişkiye girmiyorsunuz, öyle mi?
- Ben rahatlıkla yalnız uyuyabilen kadınlardanım. Hayatımda biri varsa bile kendime ait bir vaktim, alanım olmasına dikkat ederim. Yalnızlığın gerekli olduğuna her şeyden çok inanırım.

- Hayatınızdan pek çok playboy geçti. Eninde sonunda yalnız kalmak için miydi?
- Evet. Çok doğru buldunuz. İşte sonuçta gene yalnızlığa dönmek fikri.

- Bu sizin 'deneme-yanılma' alışkanlığınızdan da kaynaklanmış olabilir...
- O da var. Benim öğrenme şeklim deneme-yanılma yöntemi zaten. Ben hep deneme taraftarı oldum. Kendim yaşamadan, yüzde 100 doğa kanunu bile olsa, inanmıyorum. Ama artık hani yavaş yavaş...

- Toparlanmak mı lazım?
- Toparlanmak değil de, artık bir yastığı paylaşabilmenin vakti yavaş yavaş geliyor gibi. Bu kadar da tek başına hayat geçmez. Yalnızlıktan hoşlanmıyor değilim ama yanımda fikirlerimi paylaşabileceğim, hatta hiçbir şey yapmadan yan yana oturabileceğim biri... Ki en mühim ve en zor şeydir bu söylediğim.

- Neden 'playboy'ları seçtiğinizin itirafı?
- Playboyları da dışarıdan göründükleri gibi yargılamamak lazım, beni de. Tanıdıkça göründüğünden daha da iğrenç, fena bir şey olduğunu anlasanız bile, yine de bırakmıyorsunuz... Orada gizli olan şey, sizin dediğiniz nokta işte. 'Gittiği yere kadar gitsin, ben yine hayatıma istediğim yerden devam ederim,' niyetindeyseniz. Ama tabii bir noktada bunlardan ders alma zamanı da geliyor. Benim için o zaman geldi bence.

- Neden sonra geldi?
- Son ilişkimden sonra. Mahkemelik olduğum kişiden (Murat Aslan) sonra. Evcilik oynama zamanı geçti benim için, şimdi gerçekten evlilik yapma zamanı. Evcilik çocuklarla oynanır, yani o yüzden adamlarla olmaya başlamanın vakti geldi artık.

- Peki Ebru Şallı, Demet Şener gibi bir zamanlar çapkın olup da, sonra evlendiği erkeğin geyşası gibi olan kadın modeline mi bürüneceksiniz?
- Demet Şener'i tanımam ama bir zamanlar komşu olduğumuz Ebru için rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Onların evi son derece demokratik bir ortamdır. Ebru hiç öyle geyşa modeli değildir. Onların da aralarında tartışmalar, uzlaşmazlıklar yaşanmıştır ama Ebru her zaman dimdik durmuştur. Nedir bu kadar 'kocacım'cılık diyebilirsiniz. Öyle bir şey yok, bilin yani. Ne Ebru tek başına karar verir, ne de Harun. Ayrıca evliliklerde kavga olmasa, zaten ihtiras bitmiş demektir. Onların da gayet güzel, ihtiraslı bir evlilikleri var.

- Daha çok kadınlarda rastlanan ani değişikliklerden bahsediyorum...
- Hayır, böyle bir şey yok. Zannediyorlar ki ben çok başıboş, vurdum duymaz bir tipim. Oysa ilişkilerimde her zaman inanılmaz derecede- eğer geyşalıksa ismi- acayip geyşa gibi davranmışımdır. Ama bana prenses gibi davrandıkları için. Bana prenses gibi davranmayan birine de niye geyşa gibi davranayım?

- Bu saatten sonra size prenses gibi davranan bir erkek sizi keser mi?
- Prenses gibi derken, bir elim yağda bir elim balda demek istemiyorum. Farklı kültürden olacak ki, beslenebileyim. Yani bana çok benzeyen biri beni beslemez. Benim altıncı hissim çok kuvvetli, ben bana taban tabana zıt biriyle evleneceğim.

- Farklı kültür risk almak demektir...
- Öbür türlüsü daha büyük risk, çünkü sıkılırım. Genellikle, monotonluk ilişkileri bitiren sebeptir. Bana benzeyen biriyle aynı zevklerimiz olacak demektir.

- Siz öyle 'farklı kültür, farklı kültür' dedikçe, aklıma Seren Serengil modeli ilişkiler geliyor...
- Hayır, hayır, bakın Madonna'ya, İngiliz kocası evin içinde ona Mrs. Ritchie diye hitap ediyor. Terazide bir dengesizlik var gibi gözüküyor, ama evlilik dediğin de onlarınki işte.



Sizin kalbinizde kılıç yarası gibi izi kalmış biri oldu mu?
- Ben öyle Cezmi Ersöz'ün yazdığı gibi aşklara inanmıyorum. Cezmi Ersöz'ün bütün kitaplarına bayılıyorum, onun kitaplarında biten aşkın sonrası çok yoğun yaşanır ya, ben öyle değilim. Çünkü eğer sizin kalpte bir çizik olarak hatırladığınız biri varsa, siz zaten onun acısını hiç kabul etmemişsiniz, onu saklıyorsunuz, zaman zaman o çizik kanıyor demektir. Benim hayatımda böyle biri olmadı. Ama benim kalbimdeki çizik, annemden babamdan bile ileri derecede sevdiğim anneannemin cenazesine gidememektir. Burada değildim ve o öldü, ben onun yanında olamadım o gün. Başka özel hiçbir çiziğim yok benim.

- Dişilik sizin için çok önemli bir vasıf mıdır, kadınsı olmayı sever misiniz, yoksa daha farklı şeyler ister misiniz?
- Kim kadınsı olmayı sevmez ki... Ama bazı sabahlar hakikaten kendimi kirli, her tarafı mor içinde çocuk gibi hissediyorum. Pis, çamurlu, hem de çirkin bir oğlan çocuğu gibi. Ama gene de kendini kadın hissetmek güzel bir duygu, kadın olarak doğmak da bir ayrıcalık hatta.

- Kadın deyince kim gelir aklınıza?
- Monica Bellucci. Salt fiziki olarak bakarsam tabii. Ama erkek olsaydım, dünyanın bütün imkânları elimde olsaydı Angelina Jolie'nin peşinden giderdim doğrusu. Bence gerçek savaşçı o. 29 yaşında dünyanın bütün nimetlerini elinin tersiyle itip bir tişört, bir parmak arası terlik yaşamaya başladı. Hani bunu bir reklam tavrı olarak düşünenler var ya, hayır, o kadın çok rahatlıkla Los Angeles'taki evinde spa'lar ve gym'ler arasında çok rahat bir hayat yaşayabilirdi. Dört çocuğun sorumluluğunu almak, reklam için yapılacak şey değil. Benim tek bir çocuğun sorumluluğunu almak için cesaretim yok.

- Magazin dünyası artık sizde bir bunaltı, bulantı yaratmıyor mu?
- Yıllarca lime lime edilip kullanıldım, şimdi ben magazini kullanıyorum, televizyon hayatımda. Üstelik magazinde öfkelenecek bir şey de yok, direkt komedi çünkü.



Elinizdeki tek taş ve alyans ne oluyor?
- Parmağımdaki tek taşı kendim aldım ama insan nişanlandığında tek taş değil, alyans takar. Alyansım da iki günde takılmış bir alyans değil. Nişanlım hani öyle erkek güzeli değil ama bana göre yakışıklı, yani kıllı, bıyıklı, şişman değil. Kabul ediyorum, Brad Pitt de değil, ama hiç olmazsa kendine bakıyor, spor yapıyor, fit bir vücuda sahip.

- Son durumunuz nedir hayatta?
- Bana artık eski ilişkilerimle ilgili soru sormasınlar. Çünkü ben artık iki kişi adına cevap veriyorum. Biri bana gelip sevgilimin eski bir ilişkisiyle ilgili bir şey anlatsa, ben hiç bozulmam. Artık o geçmişte kalmıştır, o benimledir, benimdir. Ama erkekler böyle değiller. Bunları birbirlerini acıtmak için malzeme olarak kullanıyorlar. O yüzden bana artık biraz daha hassasiyet göstersinler istiyorum.

No comments: